DİYARBAKIR CAMİLERİ *
PROF. DR. ORHAN CEZMİ TUNCER*
Geçmişte Amid (Amid), Amida, Kara Amid ve Diyarı Bekir olarak anılan Diyarbakır, Hazreti Ömer'in halifeliği günlerinde (634-644), 27 Mayıs 638'de Arapların eline geçti (Yayınlar bunu daha çok 639 olarak veriyor). Buraya sırasıyla Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Hamdanoğulları, Büveyhoğulları, Mervanoğulları, Büyük Selçuklular (1085-1093), Şam Selçukluları, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular (1183-1232), Mısır ve Şam Eyyubileri (1232-1240), Anadolu Selçukluları (1240-1302), Mardin Artukluları (1302-1394), Timur (1394-1401), Akkoyunlular (1401 - 1507), Safeviler (Şah İsmail 1507- 1515) egemen oldular ve sonuçta 15 Mayıs 1515'te kent Osmanlılara geçti. (Bazı araştırmacılar bu tarihi 9 ya da 10 Eylül olarak verirler.) Bıyıklı Mehmet Paşa ilk Osmanlı Valisi oldu.
Surlarla çevrili kenti, doğu-batı ve kuzey-güney yönünde iki ana cadde dört dilime ayırır. Doğuda Yenikapı, güneyde Mardinkapı, batıda Urfakapı ve kuzeyde Harputkapı olup 2 ana yol bunlarla son bulur. 1515 'te Osmanlılara göre kent, kapıların adını alarak 4 mahalleden oluşur. Müslüman çoğunluk Yenikapı Urfakapı Mahalleleri eksenindedir. Buna kuzey yarıda eklenirse, güneyde gayrı müslimlerin yoğunlaştığı anlaşılır. Ancak sınır kesin olmayıp yoğunlaşmalar vardır. Çünkü Yenikapı Mahallesinde Hıristiyanlar 554 aile reisiyle birinci sıradadır. Bunu Mardinkapı ve Urfakapı izler. Böylece güney yarıda çoğunluk kazanırlar. Buna karşılık yıkıntıları üstüne Ulu Cami yapılan Mar Toma Kilisesi (Katedral) kuzey yarıdadır. Diğerleri güneydoğu çeyreğinde yoğunlaşırı Anlaşıldığı kadarıyla, keı,ıti paylaşmak İslam dünyasıyla başlamıştır. Kentte o dönemde Gregoryan (sonraki düzenlemelerde Katolik ve Protestan) Ermenileri, Ortodoks ve Katolik RumIarı, Katolik Keldanileri, Katolik ve Yahudi Süryanileri yaşıyor. Bunların tapınakları yanında Yahudilerin dinsel önderleri de vardı. Latin ve Kapusen İtalyanlar sayıca çok az idi. Osmanlıların gerileme ve çökme döneminde, can kaygusu nedeniyle Diyarbakır'ın güneydoğu diliminde
yoğunluğa yönelmeleri ve gettoların varlığı, sonraki zorunluluklardır. Mahalle adlarına dikkat edilirse, bunlar komşu il çıkışlarını yansıtmakta, dinlere göre anılmamaktadır. İç içe yaşandığını 19. yy.'ın birinci yarısındaki salnameler de gösteriyor. Bunu, daha Selçuklu günlerinde diğer illerde de görebilmekteyiz (Sivas vb).
1540 yılında yapılan iki sayım, Osmanlı günlerinde büyük camilerin sayısının arttığını gösteriyor. Kent güven içinde gelişmiş ve nüfus 2 katı artmıştır. Mahalle sınırları küçülür, sayıları artar. Taceddin ve Şeyhmatar gibi isimlerin, o tarihte yapılan ibadethanelerden alındıkları anlaşılıyor.
Günümüze erişen yapılardan çok daha fazlasının yıkıldığını belgeler gösteriyor. Evliya Çelebi, gördüklerinin adlarını vermektedir. 1900 tarihli salnamede burada 24 cami ve 21 mescit adı geçmektedir. Günümüze erişenlere bakılırsa, Ulu Cami dışında, Akkoyunlulardan daha eskiye ineni yoktur. Hazreti Süleyman Camii pek çok değişiklik geçirmiştir.
Büyük Selçuklular kentte ancak Ulu Cami'de onarım yapacak kadar kaldılar. Anadolu Selçuklularının burada cami veya mescidi yoktur. Ulu Camii onardıkları, yazıtlarından anlaşılıyor. Artuklu yapıları ise kent içinde sınırlı kaldı.
Akkoyunluları izleyen Osmanlılar da bu yerel ve yöresel (Yukarı Suriye) özelliklerin dışında kalamadılar. Bir Akkoyunlu yapısı olan Nebi (Peygamber) Camii, Osmanlı özelliği gösterir. Belki bunu, 1531 yılındaki Üstad Ahmed el Amidi onarımına bağlayabiliriz. Ancak ustanın buralı oluşu yine yerel özelliklerin ağırlığını kanıtlıyor. Klasik Osmanlı Dönemi yapılarından İskender Paşa, Behram Paşa gibi büyük programlı yapılara da aynı özellikler yansır. Mimar Koca Sinan'ın, doğrudan buradaki bir yapıya ayıracak vakti olmadığını, merkezdeki yoğun çalışması gösteriyor. Herhalde planlarını çiz ip bir kalfasını göndermesi, bu yerel etkileşimi kolaylaştırmış olmalıdır.
Diyarbakır camilerini, kentin mescitlerinden ayırmak gerekiyor. Yapı boyutu dışında, çatkısı merkezdeki kubbeye dayalı yığma düzende iken, mescitler hep Orta Çağ' daki gibi çok ayaklı kurgudadırlar. Ayrıca yukarıda değindiğimiz gibi bazı Akkoyunlu camileri, Osmanlı kurgusundadır. Bunu aslında, devletlere değil, o dönemin kubbe gelişim çizgisine bağlamak gerekir. Ne var ki İmparatorluğa adım adım giden Osmanlıların, bu anlayışı geliştirmedeki öncülüğünü ve ağırlığını yadsımamak gerekir.
Cami ve mescitlerin kent içindeki yerlerine dikkat edilirse kuzeybatı çeyreğinde 7, kuzeydoğuda 8, güneybatıda 8 ve güneydoğu çeyreğinde 5 tane olduğu görülür. Böylece kuzey yarıda, batı yarıda sayıları 15'leri bulur. Buna karşılık gayrı Müslimlerin yoğunlaştığı güneydoğu diliminde bunlar en aza (5'e) iner. Böylece ibadethanelerin kent içindeki dağılımıyla İslam yerleşmeleri birbiriyle çakışır.
Akkoyunlu yapısı olduğu bilinen veya sanılanların sayısı 12 tanedir. Bunu, 14 ile Osmanlılar izleyecektir. Akkoyunlularda çok ayaklı ahşap (vb.) örtülü mescit türü yapı sayısı (7) kubbelilerden fazladır. Osmanlılarda bunlar birbirine eşit olur (yedişer).